16 Mayıs 2011 - Pazartesi
Ankara 1. Bölge Milletvekili Adayı Emine Ülker Tarhan’ın, “Günlük Siyasi /Hukuksal Gelişmeler ve Açılmayan Davalar” konusundaki basın açıklaması:
Değerli basın mensupları,
Ülkemiz bugünlerde sıkı tezatlar yaşıyor.
Birileri halkın parasıyla, adının verileceğini umduğu bir kanalla −ki muhtemelen kanalın her bir başına bir deniz feneri de yerleştirilecektir− iki denizi birleştirmekten, aynı havayı paylaşmaktan hoşlanmadığı insanları yerleştirmek amacıyla şehirler kurmaktan bahsederek arazi spekülatörlerinin, paralarını nereye koyacaklarını bilemeyen ağaların ve oğullarının iştahını kabartırken ülkemizin küçük ama temiz hedefleri olan insanlarının yaşadığı asgari 1.700.000 mütevazı evde gündem çok farklı. Üniversite sınavı!!…
Yakın bir tarihte, Ankara’nın uzak ilçelerinden birinde karşılaştığım bir anne yanıma geldi ve bana şöyle dedi. “Oğlumu ben ev temizleyerek büyüttüm, yediğimizden kestim, çok zor koşullarda dersaneye gönderdim, yıl boyunca çalıştı, sınava girdi, başardığını düşünüp umutlanıyordu ama şimdi çocuk aklını yitirmek üzere. Emeklerim boşa gitti diyor. Çünkü herhalde sadece yandaş dersanelere gidenler bu sınavı kazanacakmış! Peki biz, biz ne olacağız? Bizim amerika’da çocuklarımızı okutacak dostlarımız yok.”
Takipsizlik kararı verildi YGS’deki şifre skandalına biliyorsunuz. Arkadaşlar, bu olay toplumda toplu bir güvensizlik, endişe ve kurumların güvenilirliğinde ciddi aşınma yaratmıştır. Ve biz cumhuriyet halk partisi olarak bundan, yurttaşlarımızın bu endişesinden, güvensizliğinden, huzursuzluk ve aldatılmışlık duygusundan üzüntü duyuyoruz. Ancak toplumsal bilgilendirme yükümlülüğümüzü yerine getirmeyi de bir görev saymaktayız.
Sayın basın mensupları, ceza soruşturması herşeyden önce bir bütündür. Bu soruşturmada da iddia olunan eylem ygs sınavında cevap anahtarında şifreleme vardır ve bu şifre el altından birilerine verilmiştir. Bu biçimdeki eylemin suç teşkil ettiği kuşkusuzdur. Takipsizlik kararında cevap anahtarında bir şifrenin varlığının saptandığı belirtilmektedir. Yani iddianın bir kısmı doğrulanmıştır. O halde bu noktada, soruşturma makamına düşen iş, soruşturmayı derinleştirmek, varlığı saptanan bu şifrenin ileri sürüldüğü şekilde birilerine sınavdan önce verilip verilmediğine ilişkin kanıtları toplamak, bunu kimin yahut kimlerin yaptığını ortaya çıkarmaktır. Bunu yapabilmek için tüm dış etkenlerden soyutlanmış, sağlıklı bir kanıt toplama ve değerlendirme süreci yaşanması, tüm emarelerin araştırılması, konuyla ilgili bilgisi olabilecek kişi ve kurumların bilgilerine başvurulması, olağan ve soruşturma sürecinde saptanacak şüphelilerin ifadelerinin alınması, ondan sonra oturup tüm bu malzemeyi harmanlayarak hukuki bir değerlendirme yapılması gerekir.
Oysa somut olayda, fiil ve faillere ulaşma konusunda yukarıda sıraladığım biçimde bir çaba gösterilmeden, yetersiz ve zanna dayalı bilirkişi raporu mesnet gösterilerek 26 günde alelacele takipsizlik kararı verilmiştir. Üstelik kurumun en üst yetkilisi hakkında görevi kötüye kullanmaktan, kimileri hakkında da görevi ihmal nedeniyle soruşturma izni istenirken, bu kişilerin sorumluluğu sadece bu olayın meydana gelmesinde kayıtsızlık göstermeleri olarak açıklanmıştır. Bu çok açık bir çelişki ve aynı zamanda soruşturmanın bütünlüğünün de ihlalidir.
Arkadaşlar, görevi kötüye kullanma ve ihmal suçlarının kurucu unsurları kamu zararı, haksız menfaat ve/veya kişi mağduriyetidir. Bunlardan hiçbiri somut olarak yoksa bu suçlar da yoktur. Takipsizlik kararında şifre var, kopya yok, o halde suç da, faili de yok denildiğine göre, ortada ne menfaat ne mağduriyet, ne de haksız kazanç söz konusu olmamalıdır. Hal böyle olunca da, o zaman, haklarında soruşturma izni istenen bu kişiler bakımından ihmal veya kötüye kullanma suçunun da oluşması da mümkün olmamalıdır ve soruşturma izni istenmesine de gerek yoktur. Ama soruşturma izni istendiğine göre o halde haksız menfaat, kamu zararı veya kişi mağduriyeti olasılığı söz konusudur ki o zaman şifrenin varlığı da saptanmışken, şifrenin birilerine verildiği konusunda ciddi ve henüz tümüyle giderilmemiş bir kuşkunun söz konusu olması gerekir ve soruşturma derinleştirilmelidir.
Böyle bir durumda, yani birilerine şifrenin servis edildiği sabit olsa bile bu suçun gerçek faillerine ulaşamamanız mümkündür. O zaman dersiniz ki, suç vardır ancak asli faillerini, yani şifreyi vereni de kullananı da tespit edemedim. Ya da bu işi yaptıklarından kuşkulandığınız kişiler hakkında dava açar yahut dava açılması için girişimde bulunursunuz. Soruşturmayı yürütenler bu basit matematiği bilmezler mi? Bilmeleri gerekir. O zaman kamuoyu adına soruyorum, neden soruşturma derinleştirilmeden, bütünlüğü de ihlal edilmek suretiyle ortada suç yoktur ama birileri görevini kötüye kullanmış, ihmal etmiş biçiminde çelişkili bir takipsizlik kararı verilmiştir? Değerli basın mensupları, hukuk adamları, freud’un deyişiyle, “bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” anlayışıyla görev yapmak durumundadırlar. Verilen her karar belki herkesi değil ama mutlaka hukuk ve adalet duygusunu tatmin etmelidir. Ancak bu takipsizlik kararının buna hizmet ettiğini söylemek mümkün değildir.
Bu takipsizlik kararı, sınavdan önce sanal ortamda mod/medyan tıklanmasındaki patlamaya ilişkin dile getirilen kuşkuları gidermiş midir? .
Bu sınavda en az ilk 1.000’e giren öğrenciler bakımından hangi dershaneler ön plana çıkmıştır?
Bu dershanelerin dereceye girmiş öğrencileri sınavdan bir akşam önce bu dershanelere çağırılmış mıdır? Neden?
Her şeyde kişilerin nerede olduğunu, nereye gittiğini belirleyen yani teknik tabirle hts kaydı isteyen savcılık, bu konuda bu araştırmayı yapmış mıdır?
Bu karar, bazı dersanelerde öğrencilere sorulara değil, sadece yanıtların dizilişine ve dizgisine odaklanmalarına ilişkin öğütler verildiğine dair yaygın söylentiyi araştırmış, tatmin edici bir karşılık vermiş midir?
Bu takipsizlik kararı, utangaç bir edayla saptandığı anlaşılan şifrenin varlığına rağmen bu şifrenin bir şeye hizmet etmesi gerektiğine ilişkin olağan kuşkuyu tatmin edici biçimde yanıtlamış mıdır?
Yoksa bu soruşturmayı yürütenler, bu olayın siyasal faturası kendilerine kesilecek birilerinin, sürecin en başında, koro halinde ve neredeyse birbirinden kopya çeker gibi söyledikleri “tatmin olduk” söyleminden, ama sona doğru yine koro halinde “sürecin iyi yönetilemediği” biçiminde dillendirdikleri ve “ilahlar galiba kurban arıyor” yolunda da tercüme edilebilecek beyanlarından bir biçimde etkilenmişler ve bu birilerinin beklentilerine uygun bir sonuca varmak zorunluluğu mu hissetmişlerdir?
Değerli basın mensupları, artık ülkemizde hukukun üstünlüğü değil “üstünlerin ve ayrıcalıklıların, hem suçlu, hem güçlülerin tatmin hukuku” işliyor!.. Statüko diye diye kendi statükolarını yaratanlar beni yolda çeviren yoksul anneye ve çocuğuna ne cevap vermeyi düşünüyorlar? Bu skandalın doğrudan mağduru olan gençlerimizin şiddet içermeyen itirazlarını yasadışı örgüt faaliyeti olarak nitelendirenler, kardeşi kardeşe düşürmenin planlarını yapanlar, artık bu gençlerimizin karşısına yandaşı 5-10 bin kişiyi ellerine bu takipsizlik kararından birer örnek vererek meydanlara çıkarabilirler.
Değerli arkadaşlar, başta da söyledim, inancım odur ki, ülkemiz insanının birilerinin hissedemeyeceği türden yalın, mütevazi, insani bazı istekleri var. Onlar, çocuklarının, çocuklarımızın karnı tok, sırtı pek olsun, iyi eğitim görsünler, ülkelerine yararlı olsunlar, en önemlisi çocuklarımız hakettikleri neyse onu alsın isterler, fazlasını değil. Sadece kocaman, harç, kum, çimento ve demirden ibaret, insansız projeler, büyük paralar ve rant alanları değildir onları mutlu kılan… Hiçbirinin çocuklarını Amerikalarda okutacak zengin dostları yoktur ve bunun eksikliğini de duymazlar. Bize iç huzurunu yaşatan herkese eşit davranılması, yani adalettir. Adaletsizliğin, hakkını alamamanın cinayetten farkı yoktur ve en büyük suç budur.
İşte biz halkımızla birlikte bu endişeyi taşıyoruz. Bugün geriye doğru, KPSS skandalından da geriye doğru gidilmesi ve TUS, Hakimlik Sınavı, Kaymakamlık Sınavı gibi ÖSYM’nin dahli olan tüm sınavların mercek altına alınması gerektiğini düşünüyoruz. KPSS’ye ilişkin davanın da açılamayan davalar kategorisine gireceğinden endişeliyiz. O dosyada özellikle KPSS’den başka alanlardaki sınavları da sorgulatacak bilgi ve bulgular var mıdır? Varsa bu bilgi ve bulgulardan YGS soruşturmasında yararlanılması düşünülmüş müdür? Yoksa KPSS konusundaki dava da açılamayacak ya da her nedense o da deniz feneri soruşturması gibi ötelenecektir?
Özellikle kamuoyunun bu konulardaki toplumsal merakının köreltilmeye çalışıldığını, başka alanlara dikkat çekilerek, bu konuların unutturulmaya çalışıldığını düşünüyoruz. Yargı yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üstünü örten bir örtü, ya da bunları temizlemekte kullanılan bir mekanizma olmamalıdır.
Ülkemiz bir türlü açılamayan yahut üzeri kapatılan ya da açılan ama onca mağduriyete rağmen bir türlü sonuçlanmayan davaların, soruşturmaların ülkesi haline geldi, değerli basın mensupları…
Açılamayan davalar kategorisine başka neler giriyor? Bir dosya daha açalım ve içine bir bakalım:
Ankara Büyükşehir Belediyesi hesaplarından ankaraspor anonim Şirketi hesabına mevzuata aykırı olarak 6.000.000 TL aktarıldığı, daha sonra da bu hesaptan profesyonel bir futbolcuya dernekler yasası hükümlerine aykırı olarak 100.000 TL. Ödeme yapıldığına ilişkin olarak yapılan şikayet üzerine işlem yapılması gerekirken, içişleri bakanlığı dilekçeyi valiliğe iletmiş. Valilik ise her nedense şikayet edilen büyükşehir belediye başkanlığının görüşünün bildirilmesini istemiş. Belediye Başkanı ise kendisi hakkındaki şikayet ile ilgili müfettiş görevlendirmiş. Müfettiş eylem hakkında işlem yapılmasına gerek bulunmadığı sonucuna varmış. Valilik de aynı kararı verip içişleri bakanlığına göndermiştir. Ve İçişleri Bakanı da şikayetin işleme konulmaması yolunda bir karar vererek savcılığa göndermiştir. Şikayetçinin bu karara itiraz etmesi üzerine Danıştay 1. Dairesi “Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına bağlı müfettişin raporu dayanak alınarak İçişleri Bakanlığınca verilen işleme koymama kararı yerinde görülmemiştir.” diyerek ayrıca, eylemin somut, kişi ve olayın belirli, iddiaların da ciddi bulgulara dayanması nedeniyle yetkili merci olan içişleri bakanlığı tarafından ön inceleme emri verilmesi, bu emre dayalı olarak ön inceleme raporu düzenlenmesi, bu raporu değerlendiren içişleri bakanlığınca soruşturma izni verilip verilmeyeceğine ilişkin karar tesis edilmesi, verilecek kararın türüne göre gerekli yazılı bildirimlerin yapılması, tesis edilen karara karşı itiraz edilmesi durumunda yazılı bildirimlere ilişkin günlü ve imzalı bildirim alındıları ile itiraz dilekçelerinin de eklenerek daireye gönderilmesini istemiş ve şikayetin işleme konulmamasına ilişkin kararı kaldırmıştır. Dosyayı içişleri bakanlığına göndermiş, kararın bir örneğini de C. Başsavcılığına göndermiştir. Karar tarihi 25.5.2010’ dur. Kararın üzerinden 1 yıl geçmiş olduğuna göre, şimdi soru sormak zamanı:
İçişleri Bakanlığı neden konuyu şikayet edilen merci olan Ankara Büyükşehir Belediyesine tevdi etmiş, peki, bugüne kadar mahkemece ciddi bulgulara dayandığı kabul edilen şikayete ilişkin olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanının yasaya aykırı bu tasarrufu hakkında ne tür işlemler yapılmıştır?.
Dosyaya ilişkin gelişmeleri kamuoyunun ve ankara halkının öğrenmeye ve hesap sormaya hakkı var. Danıştay kararının gereği yerine getirilmiş midir? Yoksa bu konunun da üzeri kapatılacak mıdır? İşlem yapmaya yetkili içişleri bakanına soruyoruz ve en kısa zamanda yanıt vermesini bekliyoruz.
Bir türlü açılamayan bir başka dava daha:
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve ekibinin İETT Genel Müdürlüğüne aitken İstanbul Büyükşehir Belediyesine devredilen Şişli İlçesi, 304 pafta, 1947 ada, 6, 7, 52 ve78 parsel sayılı ve kağıthane|ilçesi, 8744 ada, 14 parsel sayılı 46.241 metrekare yüzölçümlü levent garajı olarak bilinen taşınmazlar, 21.3.2007 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile Sama Dubai İstanbul Gayrimenkul Anonim Şirketine 980.000.000 TL bedelle satıldığı halde, 15 gün içinde ihale bedeli, vergi ve harçların adı geçen şirket tarafından ödenmemesine rağmen, geçen zaman içinde 2886 sayılı yasanın 57 nci maddesine göre 7.979.572,50 TL tutarındaki geçici teminatı gelir kaydetmemek ve ihaleyi iptal etmemek suretiyle belediyeyi zarara uğratmak eylemine ilişkin olarak ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine dair bir karar var. Danıştay 1. Dairesinin 5.1.2011 tarihli kararına göre 21.3.2007 tarihinde gerçekleşen arsa satış ihalesi 10.4.2007 tarihinde onaylanmış ve karar 15.5.2007 tarihinde alıcı şirkete tebliğ edilmiştir. 2886 sayılı devlet ihale yasasının 57. Maddesine göre, 31. Madde uyarınca onaylanan ihale kararının veya maliye bakanlığı vizesinin gerektiği hallerde vizenin yapıldığının bildirildiği günden itibaren 15 gün içinde geçici teminatın kesin teminata çevrilerek noterlikçe onaylanmış sözleşme idareye verilmek zorundadır. Oysa somut olayda, ihalenin tarafı olan firmanın 15 gün içinde sözleşme yapılmaması nedeniyle yatırmış olduğu 7.979.572 TL. Tutarındaki geçici teminatın kesin teminata dönüştürülüp, nakde çevrilerek belediyeye gelir kaydedilmesi gerekirken, bu yapılmayarak yasaya aykırı olarak ihale süreci beklemeye alınmış ve belediye zarara uğratılmıştır. Dolayısıyla da şirkete haksız kazanç sağlanmıştır. İlgililere isnat edilen eylem haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek niteliktedir. Peki bu haksız kazançtan yapılması gerekeni yapmayan birileri de nemalanmış mıdır? Kimler ülkemizin arazilerini parsel parsel satarken, dubai şeyhlerine üste de para vermeyi uygun bulmuştur. Bu dosya halen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında bekletilmektedir. Soruşturmanın bir an önce tamamlanmasını ve yargı kararı ile belediyenin zarara uğratıldığı yolundaki saptamanın karşılık görmesini bekliyoruz!
Konumuz açılamayan ya da üzeri kapatılan davalar…. Sayın basın mensupları, ve devamı gelecek….